ANALOG FOTOĞRAF

Günümüzde film kullanılarak çekilen fotoğrafı, digital fotoğraftan
ayırmak için  “analog  fotoğraf” denmesi adet haline geldi. Aslında
analog, giren sinyalin orantısal olarak çıkan sinyale dönüşmesidir ki
buna en iyi örneklerden biri pozometredir. Burada photocell üzerine
düşen ışık bir elektrik akımı oluşturmakta, bu akım da bir scala
üzerinde ibreyi hareket ettirmektedir. Işık ne kadar parlaksa hareket
de o kadar büyük olmaktadır.
Bu temel prensiple, digital fotoğraf makinesinin sensörü de aslında analogdur. Sensörü oluşturan milyonlarca ışığa duyarlı hücre, gelen ışığın şiddetine göre çok küçük elektrik akımları oluşturmaktadır.
Işık kuvvetlendikçe akım güçlenmektedir. Bu ışık değerleri bilgisayar
dili olan ikili sisteme çevrildiğinde ‘’digital’’ kelimesi anlamını
bulur. Bu çevrim sonrasında da fotoğraf ortaya çıkar. Analog ve
digital kavram karmaşasını önlemek için Fransızlar digital olmayan fotoğrafa ‘’Argentique’’ diyorlar. Argentique, gümüş demektir ve film emisyonu gümüş halide kristallerinden oluştuğu için bu isim yapılan işi çok güzel
tariflemektedir.
Günümüzde çabuk tüketmek adına teknolojik gelişmeler baş döndürücü bir
hızla ardı ardına duyuruluyor. Her gün yeni bir ürün piyasaya
sürülüyor. Bir önce çıkan ürün daha yenisi çıkınca hemen gözden
düşüyor ve adeta çöp haline geliyor.
Herkes makinelerin kaç megapixel olduğu ile ilgileniyor. Fotoğrafı
çeken hemen makineyi indirip arkasına bakıyor, çektiği portrenin
kirpikleri net mi diye. Kimseyi gözdeki duygu, yüze gelen ışık
ilgilendirmiyor.
Bir süredir gümüş filmler üzerine fotoğraf çekenlerin sayısı hızla azaldı. Fotoğraf da çevremizdeki her şey gibi digital oldu. Galiba tam bu noktada son yılların modası “retro” akım gümüş fotoğrafın imdadına yetişti. Arkadan gelen Lomography de özellikle gençleri filme yönlendirince analog fotoğraf yeniden talep görmeye başladı. Herkes ‘’Nasıl film bulurum?” “Bu filmi en iyi nasıl ve nerede yıkatabilirim?’’ derdine düştü. Eski filmli makineler rağbet görmeye başladı. Tozlu raflara kalkmış makineler hayatın içine karıştı. Az da olsa kullanılmayan tuvaletler karanlık odaya dönüştürülmeye başlandı.
Ben gümüş fotoğraf işini Japon kılıcı yapan ustaların sanatına
benzetiyorum. Zaman içinde karanlık odada yapılan gümüş baskılar, aynı
o ustaların kılıçları gibi değer bulacak. Yapılan iş zanaat olacak.
Kimi eski makinelerin mekaniğine hayran olduğu için, kimi de
fotoğrafın çekildiği andan başlayan simya sürecinin büyüsüne kendini
kaptırdığı için gümüş fotoğrafı tercih ediyor. Bence günümüzde her şey
çabuk tükeltilmesi için programlanıyor. Analog fotoğraf işte bu tuzağa
direniyor. Arkadaşlarım 10-15 günlük seyahat dönüşlerinde 5 – 10 bin
kare digital fotoğraf çektiklerini söylüyorlar. Bu da yaklaşık 150 ila
300 makara 35mm film demektir.Orta format için örneklersek 500 ila 1.000 roll film
demektir. Elbette çekilen fotoğrafların %99’u ya çöp olmakta ya da
hard disklerde terrabytelarca yer tutmakta. Ondan sonra üst üste
koyulan harici hard diskler, binlerce dolara alınan disk serverlar
alınmaya başlıyor. Oysa filmler doğru şartlarda saklandığında sonraki nesillere kalabiliyor.
Analog fotoğrafın masraflı olduğu konuşuluyor. Oysa digital fotoğraf için harcanan para çok daha fazla. Bir digital makinenin teknik ve psikolojik ömrü bence 3 yıl civarında. Psikolojik ömrü diyorum çünkü çıkarılan yeni modeller ve yapılan reklam baskıları ile daha yeni aldığımız makine hemen gözden düşürülüyor. Her yeni alınan digital makine daha büyük dosyalar ürettiği için eski bilgisayar bu yükü kaldıramıyor, gelsin yeni bilgisayar.
45 sene önce aldığım Canon A-1’ime 30 liralık filmi takınca çok
kıymetli, laf olsun diye çekmeyeceğim 36 adet fotoğraf karem oluyor.
Gümüş fotoğraf çekmek ya da başlamak isteyenlerin en büyük kaygısı
malzeme bulmak. Film bitecek, kimya bulunmayacak ya da bizim ülkemizde
bunlar temin edilemeyecek endişeleri fotoğrafçıları bu yöntemden uzak
tutuyor. Aslında çeşitleri azalmakla birlikte her türlü malzeme
bulunuyor. Bence gelecekte de bulunacak. Talep çok büyük firmaları
tatmin etmese bile ufak firmalar üretimlerine devam ediyor ve
edecekler.
Şimdi bir karmaşa dönemindeyiz. Bana banyo için gelen genç arkadaşlar
filmleri bir an önce taratıp Twitter, Facebook, Instagram gibi sosyal
medya sitelerinde yayınlamak, like almak hevesindeler. Bunu ilk başlarda gümüş
fotoğrafa yakıştıramadım. Hala da yakıştıramıyorum ama bu hem sektöre
destek oluyor hem de insanlar gümüş fotoğrafa bir şekilde girmiş
oluyorlar. Sonra herkes nasılsa doğru yolu bulur diye düşünüyorum.
Düşünsenize makinenize 36’lık bir film takıyorsunuz bu filmi çekip
bitiriyorsunuz ve çektikleriniz hakkında hiçbir fikriniz yok. Sonra ya
kendiniz banyo ediyorsunuz ya da bir laboratuara götürüyorsunuz. Bütün
bu süreç aslında çok heyecanlı. Film üzerine çeşitli kimyasallar döküldüğünde
çektiğiniz fotoğraflar oluşmaya başlıyor. Sihir gibi bir süreç. Her
kare çok ama çok değerli çünkü deklanjöre bastığınız andan filmi,
hatta baskıyı elinize aldığınız ana kadar her aşama süprizlerle dolu.
Yıllarca karanlık odamda baskı yaptım. Karanlık oda gerçek er
meydanıdır. Fotoğrafa ufak müdahaleler dışında pek bir şey
yapamazsınız. Çoğu şeyi çekerken halletmek gerekir. Bana yetki
verseler Photoshop programını fotoğrafa sadece 3-5 müdahale
yapabilecek şekilde yeniden düzenlerdim. İnanıyorum ki fotoğraf 10-15
yıl ileriye giderdi. Son zamanlarda gördüğüm fotoğraflar haddinden
fazla kontrast, doğal olmayacak kadar sature ve illaki lüzumsuz
derecede keskin. Digital dosyalara keskinlik verirken kendimizi
alamıyoruz. Halbuki hangimiz Robert Capa ya da Henri Cartier
Bresson’un fotoğraflarına bakarken netlik peşinde koşuyoruz? Çok
sevdiğim bir söz var “Fotoğraf basit bir iştir, zor olan onu basit
halletmektir”. Digital devrim işleri çok karmaşık hale getirdi. 50-60
yıl önce çekilmiş negatifler geliyor elime. Çok zor şartlarda,
imkansızlıklarla çekilmiş negatifler. Çok da doğru şartlarda
saklanmamışlar ve hepsinden harika baskılar alabiliyoruz. Ama bozulmuş
ya da bilinçsiz müdahale edilmiş digital dosyaları hayata döndürmek
neredeyse imkansız.
Gümüş fotoğraf sonucunda elle tutulur bir filmimin olması bana çok
güven veriyor. Onlardan kontak baskılar almak. Kontaklardan basacağım
fotoğrafları işaretlemek. Sonra seçtiğim negatiflerle karanlık odaya
girip onları basmak benim için bir ritüel. İnanın uzun süre karanlık
odaya girmezseniz fikserin kokusunu bile özlersiniz.
Vivian  Maier’in hikayesi beni çok etkiledi. 1926-2009 tarihleri
arasında yaşayan Maier 150.000 kareye yakın fotoğraf çekmiş. Yaşadığı
sürede bu fotoğrafların hiç biri basılmamış, yayınlanmamış hatta bir
kısım negatifler banyo bile edilmemiş . Bir müzayede sırasında bu
negatifler kolleksiyoner John Maloof’un dikkatini çekti. Maloof 2009
yılında Maier’in ölümünden az sonra fotoğrafları internette
yayınlamaya başlayınca dünya Vivian Maier’i tanımaya başladı.
Yıllar sonra bulunan hatta arşival şartlarda bile saklandığını
düşünmediğim bu negatiflerle bir sürü sergi ve kitaba baskılar
yapıldı. İşte gümüşün inanılmaz ömrü bu muhteşem fotoğrafları bize
taşıdı. Bu fotoğraflar digital olup o tarihten günümüze gelseydi
inanın şimdi dosyaları açacak program bile bulunamazdı.
Digital fotoğraf ile gümüş fotoğrafı kalite olarak karşılaştırmak bana
çok doğru gelmiyor. Biz bilim insanı değiliz ki. Hangisi daha keskin
hangisinin ton geçişleri daha doğal? Bunlar beni hiç ilgilendirmiyor.
Buna benzer tartışmalar müzik sektöründe çok uzun yıllardır plak ile
cd için yapılıyor. Galiba orada da pek bir sonuca ulaşılamadı.
Digital fotoğraf, gümüş fotoğraf çeken sayısını çok azalttığı için
banyo ve baskı yapan laboratuarların sayısı da hızla azaldı. Hizmete
devam edenler ise, ne yazık ki belli bir banyo sayısına ulaşamadıkları
için, bayat banyo ve bakımsız minilablar ile yıkama yapıyorlar.
Sonuçlar fotoğrafçıları bezdirecek kadar kötü. Bir sürü film ve emek
heba olup gidiyor.
Labonix olarak 35 yıllık karanlık oda disiplini ve kimya konusundaki
hassaslığımız nedeniyle fotoğraf baskının yanısıra gümüş fotoğraf
tutkunları için de hizmetler vermeye başladık. 35 mm’den 8×10 inch
büyüklüğe kadar her cins film banyosu yapıyoruz. Hiçbir kimya ikinci
bir film için kullanılmıyor. Her film için taze banyo hazırlıyoruz.
Son yıkama mutlaka damıtılmış su ile yapılıyor. Böylece her film
arşival şartlarda yüzlerce yıl saklanabilecek kalitede banyo edilmiş
oluyor.
Bill Gates yıllardır negatif arşivlerini ve basılı fotoğrafları satın
alarak toprak altındaki eski bir kireçtaşı madeninde korumaya alıyor.
Digital teknoloji üzerine bu kadar yatırım yapan birinini bu
davranışının altında büyük bir gerçek yatıyor. ‘’Verba volant, scripta
manent’’ yani ‘’Sözler uçar yazılar baki kalır.’’

LABONIX
Hakan Filiztekin